Arifiye Kız Teknik - Meslek Lisesi 9B, C, D Sınıfları Edebiyat Dersi İçin Yardımcı Kaynak

Tuesday, February 22, 2011

Anlatmaya Bağlı Edebi Metinleri İnceleme Yöntemi - IV

F. ANLAMA VE YORUMLAMA
Anlatmaya bağlı edebî metinlerde anlam somut, görünen ve tek boyutlu değildir. Kimi edebî metinler tek bir anlam ifade edebilir; ancak bunların çoğu yoğun anlamlıdır, Yani bu metinler tek bir anlam ifade etmez. Yazar veya şairler, yazdıkları ürünlere çeşitli anlamlar yüklerler. Bu durum sanatçıların, içinde bulundukları psikolojik duruma, bilgi seviyelerine, kültür yapılarına, yaşam tarzlarına, kullandıkları sözcüklere vb. göre farklı boyutlar kazanır. Ayrıca metnin anlamının oluşmasında, sözcükler ön plana çıkar. Yazarın kullandığı sözcükler, metnin anlamını biçimlendirir. Bazı sözcükler gerçek anlamıyla, bazı sözcükler mecaz anlamıyla, bazı sözcükler terim anlamıyla kullanılabilir. Kimi sözcükler ise çok anlamlıdır. Sözcüklerin anlamlarını ise kullanıldığı cümleye göre yorumlamak gerekir. Tüm bunlar da gösteriyor ki edebî metinlerin görünen anlamı olduğu gibi, görünenin arkasında başka anlamları da vardır.
Edebî metinleri anlama ve yorumlama ise okuyucuya düşen bir görevdir. Bir metni okuyup anlama, yorumlayıp değerlendirme süreci her okurda farklı gelişir. Özellikle eleştirel bir bakış kazanmış okurlar, bir edebî metinden değişik anlamlar çıkarır. Çünkü sanatçıların bilgi ve birikimi, düşünüş ve yaşam tarzı nasıl farklıy-sa okurların da farklıdır. Örneğin bir hikâyeden ya da romandan alınan bir metinden her okur aynı anlamı çıkarmayabilir. Hele hele bir şiirden okurlar çok farklı anlamlar çıkarabilir. Hatta kimi okurlar, okuduğu şiirden şairinin bile düşünmediği anlamlar, yorumlar çıkarabilir. Bu anlama ve yorumlama süreci, okuyucunun düşünce ve yaşam tarzıyla ilgili olduğu gibi, o an içinde bulunduğu psikolojik durumla veya metinde anlatılanlara bakış açısıyla da ilgili olabilir.
Sonuç olarak anlatmaya bağlı edebî metinlerin düz bir yapısı yoktur. Nasıl bir ağacın gövdesinde damarlar varsa ve her bir damardan sonra yeni bir damar belirirse edebî metinlerde de anlam içinde anlam bulunabilir. Bu anlam zenginliğini sağlayan en önemli unsur ise sözcüklerdir. Bunun yanında yazarın sözcükleri seçiş ve kullanış biçimi de önemlidir. Burada asıl önemli olan da edebî metinlerdeki bu anlam zenginliğini anlamak ve yorumlaya-bilmektir. Çok okuyan, olaylara ve durumlara eleştirel bir gözle bakma özelliği kazanmış bir okur, edebî metinleri anlamakta, yorumlamakta hiç zorluk yaşamaz.

Örnek Metin 1:
Bir zamanlar bir bahçıvanın yanında çalışıyordum. Bahçıvan, bir defne ağacını budamamı istedi. Ağacın küre biçiminde olması gerekliydi. Ben hemen fazla uzamış filizleri kesmeğe başladım. Ama bir defa bir yanını, bir defa öbür yanını fazla kesiyordum. Sonunda ortaya bir küre çıktı, ama çok küçüktü. Bahçıvan düş kırıklığıyla, 'Çok güzel! Bu bir küre, ama defne ağacı nerede? dedi. Bu durum şiirde de böyledir.

Metni düz bir mantıkla okuyup yorumlamak doğru olmaz, Çünkü metnin görünen anlamının arkasında başka anlamı vardır. Yazar, yaşadığı bir ağaç budama olayını anlatmıştır. Ancak yazarın amacı, yalnızca bu olayı okura iletmek değildir. Okur yazarın bu amacını anlayarak, bu mesajın ne olduğunu yorumlayarak bulmalıdır. Evet, yazarın okura iletmek istediği anlam, yaşadığı olayı duyurmak değil, bu olaydan yola çıkarak şiirle ilgili mesaj vermektir. Örnek metinde "defne ağacı" ve "küre biçimi” sözleri önemlidir. Bu kelimeleri şiir için düşündüğümüzde “defne ağacı"nı yazara verilen içerik, konu olarak düşünebiliriz. “Küre biçimi" sözü de o içeriğin hangi tarzda ele alınacağı, yani nasıl bir üslupla anlatılacağıdır. Yazar, 'Çok güzel! Bu bir küre, ama defne ağacı nerede?' sözüyle de içerikle üslup dengesini ortaya koymuştur. Yani biçimle, üslupla uğraşırken özden, konudan uzaklaşmamak gerektiği ortaya konuyor.

Örnek Metin 2:
HARİTADA BİR NOKTA
Kayığı temizleyenler sekiz kişi idi. Yedisi bizim adadandı. Sekizincisi; zayıf, sarı, hastalıklı adamı hiç görmemiştim. Ne kadar dostça, ne kadar içten bir sevgiyle çalışıyordu...
Balığın bol çıkmaya başladığı duyulduğu zaman dışarıdan da insanlar gelirdi. Dışarıdan ırıba katılanlar pay almazlardı. Irıp tayfası ile reis gönüllerinden ne koparsa o kadar balık verirdi kendilerine.
O adam da bir dülger alabilmek, bu balığı hak edebilmek için elinden geleni yapıyordu. Nihayet iş bitti. Reis iki büyük dülger balığı ayırdı. Tayfalardan birine:
- Bunu bize götür sonra, dedi. Ötekileri pay yap.
Üç tane alanlar oldu. Dışarıdan gelen, bir tane versinler diye bekledi. Yüzünde tatlı bir gülümseme ve çalışmaktan doğabilmiş hafif bir kırmızılık vardı. Bu kırmızılık, pay dağıtan adamın elinde tek balık kalıncaya kadar adamın yanağında durdu. Sonra birdenbire uçtu. Yüzündeki gülümseme önce tehlikeli bir hâlde dondu. Sandım ki, bütün ömrünce böyle donuk bir tebessümle kalıverecek adam. Etrafına bakındı. Kendine bakan birini gördü. Gülümseme birdenbire yüzünde bir meyve gibi çürüyüverdi. Gözleri hayretle büyüdü. Son balığı, kayıktaki adam rıhtıma fırlatmıştı. Adamın yüz ifadeleri nerede ise yine eski temiz, memnun hâlini, taze meyve hâlini alıverecekti. iki adım attı. Elini balığa doğru uzatmak üzere eğildi. Ama ötekilerden, baş parmağına irisinden bir tane dülger balığı takımış birisi, kocaman çizmeli ayağını balığın sırtına bastı.
- Ne o, dedi. Hemşerim dur bakalım. Dağdan gelip bağdakini kovmayalım.
Adam elini çekti. Bir şey söylemedi. Söyleyemezdi. Söyleyecek hâlde değildi. Rıhtım kahvesine doğru yürüdü. Dışarıdan, kahvenin önündeki seyircilerden biri seslendi:
- Bırak yahu! O adam da çalıştı. Veriver bir tane ne olur... Kalkmış nerelerden gelmiş işte.
- Ne yapalım, gelmesinler. Davet mi ettik biz onları? O balığın bir iki buçukluğu var. Balık çıkmadığı zaman yanaşmıyorlar ağı temizlemeye hiç. Yağma yok hemşerim!
(Sait Faik Abasıyanık)

Hikâyenin olaya, kurguya dayalı bir tür olduğunu biliyoruz. Sait Faik'in hikâyesinden alınan metinde de adadaki balıkçıların yaşadığı olay üzerinde durulmaktadır. Örnek metinde "yardım etmek için balıkçıların arasına dışarıdan insanların katıldığından, ancak bunlara pay verilmediğinden, balıkçıların gönüllerinden kopanı verdiklerinden" söz edilmektedir. Ne var ki balıkçıların arasına katılan adama kahvedekilerin müdahalesine rağmen balık verilmediği belirtilmiştir.
Örnek metni dikkatlice okuyup yorumladığımızda bazı sözcüklerin gerçek anlamıyla, kimi sözcüklerin de mecaz anlamıyla kullanıldığını görüyoruz. Örneğin "Kayığı temizleyenler sekiz kişi idi. Yedisi bizim adadandı. Sekizincisi; zayıf, sarı, hastalıklı adamı hiç görmemiştim." bölümündeki sözcükler gerçek anlamıyla kullanılmıştır. "Yüzünde tatlı bir gülümseme..." sözünde "tatlı" sözcüğü gerçek anlamıyla değil mecaz anlamıyla (hoş, güzel) kullanılmıştır. Yine "Gülümseme birdenbire yüzünde bir meyve gibi çürüyüverdi." cümlesinde "çürüyüverdi" sözcüğünün gerçek anlamı "kimyasal değişikliğe uğrayarak bozulup dağılmak"tır. Ancak sözcük gerçek anlamda değil, "kaybolmak, ortadan kalkmak" anlamına gelecek biçimde, yani mecaz anlamda kullanılmıştır.
Yazar, anlatıma çekicilik, akıcılık kazandırmak için deyimler de kullanmıştır, "gönüllerinden ne koparsa" deyimi "kendiliğinden, kendi isteğiyle vermek" anlamını taşır. Yazar, metinde yine sıkça kullanılan "Dağdan gelip bağdakini kovmayalım." deyimine yer vermiştir. "Sonradan geldiği bir yerde, kendinden önce gelen kişinin yerini almaya çalışmak" anlamını taşıyan bu deyim balıkçıların arasına sonradan katılan kişi için kullanılmıştır.
Sonuç olarak bir metnin anlam örgüsünü sözcükler oluşturduğuna göre öncelikle sözcüklerin hangi anlamda kullanıldığını bilmek, bunu iyi yorumlamak gerekir.

G. METİN VE YAZAR
Anlatmaya bağlı edebî metinler, kurguya dayalı metinlerdir. Bu metinlerle yazar arasında bir ilişki vardır. Edebî metinler bu ilişki doğrultusunda şekillenir. Ancak bu ilişki, yazarın duygu ve düşüncelerine, o anki ruh haline ya da verilen eserin türüne, yapısına, konusuna göre değişir. Örneğin yazar, kaleme aldığı romanı kendi başından geçen olaylara göre kurgulayacağı gibi, onu gözlemlediği, tanık olduğu olaylar ışığında da kurgulayabilir.
Yazar, edebî metne kimi zaman kendi kişiliğini yansıtır. Yani metinde, yazarının duygu ve düşünceleri, yaşamından izler bulunabilir. Sonuçta yazarın içinde bulunduğu ortamdan etkilenmesi normal olduğu için onun bilinen özellikleri ile yazdığı metin arasında bir paralellik olabilir. Yazar, edebî metinde kimi zaman da kendini aradan çeker. O metinde yazarın hayatından, kişiliğinden izler görmek mümkün değildir. Yani anlattıkları ile hayatı arasında bir paralellik görülmez.
Burada altını çizmemiz gereken bir konu şudur: Yazarlar bilgi ve birikimleri, sanat görüşleri, yaşam tarzları farklı olsa da kendi dönemlerinin olaylarını, durumlarını eserlerinde aktarırlar. Baskı altında kalsalar, özgürlüklerini yitirseler de döneminin olaylarını anlatmaktan çekinmezler. Dolayısıyla çoğu metinde, yazıldığı dönemin sosyal ve kültürel etkilerini görmek mümkündür.

Örnek Metin 3:
SES
Bizi Beyşehir'den Konya'ya götüren kamyon Barsakderesi dedikleri bir boğazda sakatlandı. Şoför ve muavini motor kapaklarını açtılar. Oturdukları minderi kaldırıp onun altından çıkardıkları bir sürü alet ve edavatı ortaya döktüler. Ondan sonra saatlerce süren bir tamir başladı. Bazan her ikisi makinenin altına sürünüp arka üstü yatıyorlar ve elleriyle motorun alt kısmını kurcalıyorlar, bazan da biri şoför mahallinde gaza basıyor ve motörü işletiyor ve diğeri bu esnada porselen başlıklı birtakım memeleri yerlerinden oynatıyordu.
ikindi güneşi altında kamyonun muşamba kaplı karoserisi tahammül edilemeyecek bir hal almıştı. Yolcular birer birer atlayıp dağıldılar.
Şoför ve muavini, üstleri yağ ve toprak içinde, yüzlerinden siyah terler damlayarak, bir kenara oturup uzunca bir dinlenme yapıyorlardı. Yolcuların ekserisi bu gibi hadiselere alışık oldukları için sa
dece başlarını sallıyorlar ve sepetlerini, çıkınlarını açarak bir şeyler yiyorlardı.
Bir müddet daha geçip ortalık adamakıllı kararınca şoför, yol amelesinden bir fener alarak yeniden işine koyuldu. Biz yolcular, birdenbire çöken sükutun içinde, olduğumuz yerlere uzanmış, kımıldamadan duruyorduk.
Arkamızda güneşin kaybolup gittiği tepenin ağaçları birden bire mavimtırak ve soluk ışığa gömüldü. Arkadaşımın yüzüne baktım. O gözlerini karşıya dikmişti. Yamacın üzerine seyrekçe serpilmiş olan siyah çamlar, süratle aydınlanan gökyüzüne titrek siluetler çiziyorlardı. Arkadaşım bir müddet bunları seyrettikten sonra: "Nerdeyse ay görünecek!" dedi.
Tam bu sırada kekik kokuları ve ince çıtırtılarla dolu havayı hafiften gelen bir saz titretti. Müzikle uğraşan ve bir müzik mektebinde vazifesi olan arkadaşım doğruldu. Kaşlarını çatarak dinlemeğe başladı.
Yol amelesinin çadırı tarafından gelen saz ustaca çalınan meyandan sonra, susar gibi oldu ve bir erkek sesi o zamana kadar duymadığımız, fakat bize yabancı da gelmeyen bir halk şarkısı söylemeye başladı:
Döndüm daldan kopan kuru yaprağa
Seher yeli, dağıt beni, kır beni;
Götür tozlarımı burdan uzağa
Yarin çıplak ayağına sür beni...
Bu sefer ben de doğruldum. Saz tekrar kıvrak bir ara
nağmesine başladığı halde, kulağımda hâlâ deminki sesin çınlamaları vardı.
Arkadaşım:
"Bu ne?" demek ister gibi yüzüme baktı.
"Fevkalade!" diye mırıldandım.
Ses tekrar, ve bütün vadiyi çınlatırcasına başladı:
Aldım sazı çıktım gurbet görmeye,
Dönüp yare geldim yüzüm sürmeye,
Ne lüzum var şuna, buna sormaya,
Senden ayrı ne hal oldum gör beni.
Ömrümde bu kadar gür, tatlı bir erkek sesi dinlememiştim.
...
(Sabahattin Ali)

Sabahattin Ali, "Ses" adlı bu öyküsünde yolculuk sırasında yaşadıklarını anlatmıştır. Yazar, başından geçenleri anlatırken gözlemlerini başarılı betimlemelerle aktarmıştır. Dolayısıyla Ses adlı öyküden alınan bu metinle yazarı arasında doğrudan bir ilişki vardır. Yazar, yaşadığı olayları, çevresindeki insanları anlatırken duygularına, onların üzerinde bıraktığı izlenimlere de yer vermiştir. Örneğin yazarın, amele çadırları tarafında çalınan saz ve söylenen şarkıyla ilgili "'Fevkalade!' diye mırıldandım." sözü beğeni ifade etmektedir. "Ömrümde bu kadar gür, tatlı bir erkek sesi dinlememiştim. Bir insan gırtlağından bu kadar manalı ve sarıcı seslerin nasıl çıkabildiğine hayret ediyordum." sözIeriyle de yazar, beğenisini, saz çalan çocukla ilgili olumlu izlenimlerini aktarmıştır. "Kamyonun durduğu yerin biraz ilerisinde, yolun kenarında iki çadır ve bunların etrafında birkaç kazma kürek ile bir el arabası vardı. Daha uzakta ise taş kırmakla ve taşımakla meşgul bir miktar yol amelesi görülüyordu." sözlerinde ise yazar, gözlemlediklerini olduğu gibi yansıtmış, yorumunu katmamıştır.

Örnek Metin 4:
FORSA
Duvarın dibindeki taş yığınlarına çöktü. Başını ellerinin arasına aldı. Sırtında yırtık bir çuval vardı. Çıplak ayakları topraktan yoğrulmuş gibiydi. Zayıf kolları kirli tunç rengindeydi. Yine başını kaldırdı. Gökle denizin birleştiği dumandan çizgiye dikkatle baktı, ama görünürde bir şey yoktu.
Bu, her gece uykusunda onu kurtarmak için birçok geminin pupa yelken geldiğini gören zavallı eski bir Türk forsasıydı. Tutsak olalı kırk yılı geçmişti. Otuz yaşında, dinç, levent, güçlü bir kahramanken Malta korsanlarının eline düşmüştü. Yirmi yıl onların kadırgalarında kürek çekti. Yirmi yıl iki zincirle iki ayağından rutubetli bir geminin dibine bağlanmış yaşadı. Yirmi yılın yazları, kışları, rüzgârları, fırtınaları, güneşleri onun granit vücudunu eritemedi. Zincirleri küflendi, çürüdü, kırıldı. Yirmi yıl içinde birkaç kez halkalarını, çivilerini değiştirdiler. Ama onun çelikten daha sert kaslı bacaklarına bir şey olmadı. Yalnız abdest alamadığı için üzülüyordu. Hep güneşin doğduğu yanı sol ilerisine alır, gözlerini kıbleye çevirir, beş vakit namazı gizli işaretle yerine getirirdi.
Elli yaşına gelince, korsanlar onu, "Artık iyi kürek çekemez!" diye bir adada satmışlardı. Efendisi bir çiftçiydi. On yıl kuru ekmekle onun yanında çalıştı. Tanrıya şükrediyordu. Çünkü artık bacaklarından mıhlı değildi. Abdest alabiliyor, tam kıblenin karşısına geçiyor, unutmadığı âyetlerle namaz kılıyor, dua edebiliyordu. Bütün umudu, doğduğu yere, Edremit'e kavuşmaktı. Otuz yıl içinde bir an bile umudunu kesmedi. "Öldükten sonra dirileceğime nasıl inanıyorsam, öyle inanıyorum, elli yıl tutsaklıktan sonra da ülkeme kavuşacağıma öyle inanıyorum!" derdi. En ünlü, en tanınmış Türk gemicilerdendi. Daha yrirmi yaşındayken, Tarık Boğazı'nı geçmiş, poyraza doğru haftalarca, aylarca, kenar kıyı görmeden gitmiş, rastgeldiği ıssız adalardan vergiler almış, irili ufaklı donanmaları tek başına hafif gemisiyle yenmişti.
O zamanlar Türkeli'nde nâmı dillere destandı. Padişah bile onu, saraya çağırtmıştı. Serüvenlerini dinlemişti. Çünkü o, Hızır Aleyhisselam'ın gittiği diyarları dolaşmıştı. Öyle denizlere gitmişti ki, üzerinde dağlardan, adalardan büyük buz parçaları yüzüyordu. Oraları tümüyle başka bir dünyaydı. Altı ay gündüz, altı ay gece olurdu! Karısını, işte bu, yılı bir büyük günle bir büyük geceden oluşan başka dünyadan almıştı. Gemisi altın, gümüş, inci, elmas, tutsak dolu vatana dönerken deniz ortasında evlenmiş, oğlu Turgut, Çanakkale'yi geçerken doğmuştu. Şimdi kırk beş yaşında olmalıydı. Acaba yaşıyor muydu? Hayalini unuttuğu, karlardan beyaz karısı acaba sağ mıydı? Kırk yıldır, yalnız taht yerinin, istanbul'un minareleri, ufku, hayalinden hiç silinmemişti. "Bir gemim olsa gözümü kapar, Kabataş'ın önüne demir atarım." diye düşünürdü. Altmış yaşını geçtikten sonra efendisi, onu sözde özgür kıldı. Bu özgür kılmak değil, sokağa, perişanlığa atmaktı. Yaşlı tutsak bu bakımsız bağın içindeki yıkık kulübeyi buldu, içine girdi. Kimse bir şey demedi. Ara sıra kasabaya iniyor, yaşlılığına acıyanların verdiği ekmek paralarını toplayıp dönüyordu. On yıl daha geçti. Artık hiç gücü kalmamıştı. Hem bağ sahibi de artık onu istemiyordu. Nereye gidecekti?
(Ömer Seyfettin)

Bu metin Ömer Seyfettin'in hikâyesinden alınmıştır. Bu hikâyede yazarın kendi yaşamından izler bulunmamaktadır. Yazar, tarihi bir olayı kendi anlatım tarzıyla kurgulayarak yazıya aktarmıştır. Ömer Seyfettin, Forsa adlı hikâyesinde esir düşen bir Türk denizcisinin başından geçenleri canlı betimlemelerle aktarmıştır, insanlar, kendi başlarından geçenleri çok güzel bir biçimde aktarırlar. Ancak gerçek yazarlar, yalnız kendi başlarından geçenleri değil herhangi bir konuyu başarılı bir şekilde yazıya dökerler. Ömer Seyfettin bu hikayesiyle bunun çok güzel bir örneğini vermiştir.

No comments:

Post a Comment